Yaşamın fısıltısını duyabilir misin?
- Gamze Zengin
- 15 Ağu
- 2 dakikada okunur
Sana söylenmemişi, dile gelmemişi fısıldayan o derindeki küçük ses; varoluşunu, her hâlini, tüm olasılıklarını ve potansiyelini tüm detaylarıyla bilir. Her şeyin, her zaman mümkün olduğunu da…
Ancak o sesi duyabilmek için önce zihnin gürültüsünü susturmak gerekir. Zihni bir noktaya, örneğin, nefese yöneltmek gerekir… Sonra, o doğal ve sakin nefeslerin zihni yatıştırmasına izin verdikçe, bilincin konuşma sırası gelir.
Zihin, bazen meraklı ve hiperaktif bir çocuk gibidir; doyurulmazsa huysuzlaşır, dizginlenmezse durulmaz. Onu yeterince eğitip yatıştırdığında ise artık “büyüklerin” konuşma zamanıdır.
Ben bazen de bilinci, bir yönüyle, bir çocuğa benzetirim. Akışına bırakıp sadece yaşamın keyfini çıkarttığım, kaygılanmadan, korkmadan sadece yaşadığım ve yaşama izin verdiğim “oluş” zamanları… İçimde bir çocuğun coşkusu ve neşesi filizleniverir.
Hayat, kullanım kılavuzu olmayan, hissetmeye izin vererek yaşanacak bir sahne gibidir. Bazen olayları önceden sezdiğimiz bir oyun gibi. Ama bu oyunun türü belli değildir, çünkü her şey dâhildir: dram, komedi, gerilim, korku, romantik…
Sen hangi duyguyla yaşıyorsan o türde bir filmin içindesin. Korkularına kapılıp, yaşamdan uzaklaşıp korkunun senin etrafını bir çitle sarmasına izin veriyorsan, işte bu bir korku filmi… Her anı gerginlikle, huzursuzlukla yaşıyorsan, gerilim… Hayatını/filmi eğlenceli ve sürükleyici yapan sensin. Dekorun nasıl? Işık iyi mi?
Belki keyifli bir filmdir hayatın; belki bazen seyirciyi kızdırıyorsundur. Seyirci şu an sana ne diyor sence? Hangi sahneyi bekliyor? Neyi erteledin? Neyle yüzleşmedin? Hayata nerede izin vereceksin?
Bazen, olacakları öğrenme arzusuyla kendimi geleceğe kaçarken buluyorum. ‘Bugün’den çalıp geleceğe götürüyorum, sanıyorum. Oysa gelecek diye bir şey yoktur. Her gün yenidir ve yaşağın gün ‘bugün’dür, gelecek ise sadece zihnin gürültüsünden ibaret.
İnsan hep bu ‘gelecek’ dediği şeyi ister. Bazen kabuğu kırılır, yıpranır, zarar görür ama onun gelmesine de bir türlü izin veremez insan. Gelecek hep gelecektedir ve bugün her zaman yetinilecek bir şeydir.
Geleceğin gelmesine izin vermemek, özünde değişime izin vermemek demek. Oysa kırılan, yıpranan, zarar gören her bir parçamız bu değişimin başlatıcısı. Geleceğe ve yaşama izin vermek; kabuğunu kırmaya, tohumunu çatlatmaya ve bu yeni halinle yeniden parlayarak ışığını yakmaya, kelebeğe dönüşmeye, filizlenip çiçek açmaya izin vermektir.
İşte bu yüzden bir sonraki kırılışım, çatlayışım aynı zamanda bir davetiyedir: Kendimi yeniden doğurmaya, ışığımı yakmaya, yeni renklerimle var olmaya...
Hayatı, sana zarar göreceğini veya kırılacağını söyleyen zihnin gürültüsüyle yaşamak, bir anahtar deliğinden görmeye çalışmak gibi. Tüm yaşam senin kocaman bir sahnen. Küçük bir anahtar deliğinden değil, özgürce kendin olabileceğin bu sahneden deneyimle onu.
Çözümlerin nerede olduğunu bilmek istersen; biraz sessizleşip içeriyi dinle. Bilincin sesinin aslında en başından beri oradan sana fısıldadığını fark edersin. Yaşamın da seninle iletişim şekli bu, her zaman senin için orada. Sadece fark etmek için kendi önünden çekilmeni bekliyor.
Hayat, zihnin altyazılarından fazlası... Deneyime izin ver. Kuşların sesini, bulutların rüzgarda dağılışını, rüzgara eşlik eden ağaçların dansını, gün batımlarının renk paletini fark ettin mi? Bu hayatta manzaranı güzel kılan şey, detaylarını görüş şeklin…
Hiçbir şey, sadece ‘bir’ şey değildir. Senin yaşamının potansiyeli, çok yönlü bir deneyim sahnesi. Sadece senin oynayabileceğin bir oyun alanı. Tam sana göre işaretleri, tam senin anlayabileceğin bir dili var.
Sadece fark et.
Bariz olan gürültüleri değil, sakince duyabileceğin tatlı fısıltıları ara.
Yaşam, işte o dikkatli varoluşun içindedir.